Hayatımızda Kilise Olmadan Sağlıklı Hristiyanlar Olamayız
Bir araştırmaya göre insanların Kiliseye gitmemelerinin en önemli 3 nedeni şöyle sıralanmış;
1) “İnancımı başka şekillerde uyguluyorum”
2) “Cemaat/dini hizmetleri sevmiyorum”
3) “Sevdiğim bir kilise/ibadethane bulamadım”
Dikkat ederseniz bu sebeplerin hiçbiri, Tanrı’nın sözünü temel alan söylemler
değildir. Hepsi kişilerin kendi duyguları, hissiyatları ve beklentileriyle ilgilidir. Oysa Tanrısal bir bakış açısı ve Kutsal Kitap yaklaşımıyla konu çok daha farklı bir hale gelebilir. Yaklaşık 10-12 yıldır hizmet ediyorum ve Kilisede birçok kez küsen, alınan insanlarla karşılaştım. Kimi zaman da sözde Hristiyan’ım deyip Kiliseye gitmeye gerek olmadığını söyleyen, internetten ibadet ediyorum diyen kişilerle karşılaştım. Bazı kardeşler, kiliseye gelen bir başkası selam vermedi diye kiliseye gelmek istemedi, bazıları tartışma yaşadığı için aynı yerde bulunmak istemedi, bazıları diğerlerini ikiyüzlülükle, dedikodu yapmakla suçlayıp kiliseyi terk etti. Bunun gibi çok farklı sebeplerle insanlar kiliseye gelmiyor ya da kiliseye gelmenin önemini küçümsüyor. Kimileriyse ‘‘Nasılsa sadece imanla kurtuluyoruz, amaan iman ettik ya işte zaten ekstra bir şey yapmama gerek yok, gitsek ne gitmesek ne’’ yaklaşımında bulunuyor
Şimdiye kadar gelmeme nedenleri olarak kişisel ilişkilerden ve
tartışmalardan doğan, alınganlıklardan doğan bazı şeylerden dolayı olduğundan bahsettim. Fakat kiliseye gelmemek, bir araya gelmekten vazgeçme nedenleri arasında bunlar dışında daha farklı nedenler de var. Mesela sadece hafta sonlarımız var diyerek, güzel farklı bahanelerle de kiliseye gelmeyi bırakabiliyoruz. Ailemizle bir yere gitmek, çocuğumuzla zaman geçirmek, sadece hafta sonlarım var bir yerler keşfedeyim demek, evi temizlemek, onarılması gereken şeyleri onarmak, kendine zaman ayırmak.
Yukarıda saydıklarımın kimileri kötü-yanlış şeyler değil beni yanlış anlamayın lütfen. Bunlar güzel şeylerdir. Fakat bu saydıklarım düzenli olarak kiliseye gelmemize engel olmaya başlıyorsa o zaman aktivitelerin tutsaklığını Tanrı’nın yerine seçmişiz demektir. Oysa Rab, öncelikle O’nu sevmemizi buyuruyor. Bütün yüreğimizle, bütün canımızla ve bütün aklımızla her şeyden önce O’nu sevmemizi, O’nunla zaman geçirmemizi, sözünü uygulamamızı istiyor.
Kiliseye gelmemek konusunda Charles Spurgeon’ın 1891’de vermiş olduğu bir vaazda söylediği bir söz çok yerindedir ve şöyle der;
"Mükemmel olanı bulana kadar bir kiliseye hiç gitmemiş olsaydım, asla bir kiliseye katılmazdım ve ona katıldığım an, eğer bir tane bulsaydım, onu
mahvederdim, çünkü ben üye olduktan sonra mükemmel bir topluluk olmayacaktı. Yine de üyeleri kusurlu olsa da bizim için dünyadaki en sevgili, en değerli yer Kilisedir. Kendilerini önce Rab'be adayan herkes, mümkün olduğu kadar çabuk kendilerini Rab'bin halkına vermelidir. … Daha önce de söylediğim gibi, kiliseyi oluşturan insanlar kusurludur, ama eğer Rab'be aitseniz, bu ona katılmamanız için bir mazeret değildir”(Charles Spurgeon, “The Best Donation” [vaaz, Metropolitan Tabernacle, Londra, 5 Nisan 1891]).
Harika söylemiş aslında Charles Spurgeon. Her birimizin farklı şikayetleri olabilir fakat unutmayalım ki; kilisenin, yani bizlerin önemli bir ortak noktası var. Hepimiz günahlarımızın bağışlanmasına sahibiz ve İsa Mesih’e olan sevgimiz ortaktır. Bizi bir araya getiren şey budur. Tanrı, her birimizin hayatında bir şekilde çalışmaktadır bu nedenle bizler de rahatsız olduğumuz konular olsa da birbirimizi kucaklamalıyız. Dışarıda belki de asla bağlantı kuramayacağımız biriyle Kilisede, topluluk olarak bir araya geliyoruz, bir kilise olarak birlikte yaşıyoruz ve Mesih bizleri birbirimize bağlıyor. O Yüce İsmin etrafında bir araya geliyoruz.
İbraniler 10:23-25, 32-35 ayetlerinde şöyle diyor; Açıkça benimsediğimiz umuda sımsıkı tutunalım. Çünkü vaat eden Tanrı güvenilirdir. Birbirimizi sevgi ve iyi işler için nasıl gayrete getirebileceğimizi düşünelim. Bazılarının alıştığı gibi, bir araya gelmekten vazgeçmeyelim; o günün yaklaştığını gördükçe birbirimizi daha da çok yüreklendirelim. Sizlerse aydınlandıktan sonra acılarla dolu büyük bir mücadeleye dayandığınız o ilk günleri anımsayın. Bazen sitemlere, sıkıntılara uğrayıp seyirlik oldunuz, bazen de aynı durumda olanlarla dayanışma içine girdiniz. Hem hapistekilerin dertlerine ortak oldunuz hem de daha iyi ve kalıcı bir malınız olduğunu bilerek mallarınızın yağma edilmesini sevinçle karşıladınız. Onun için cesaretinizi yitirmeyin; bu cesaretin ödülü büyüktür.
Dikkat edersek tüm bunları topluluk olarak birlikte yaşadılar, başardılar ve dayanıp birlikte başarmaya devam edeceksiniz diyor. İbraniler mektubundaki bu ayetler dayanmakla ilgili bir bölüm ama bu yazıda vurgulamak istediğim konu
Hristiyanların bir araya gelmelerinin, kilise olmanın önemi üzerinedir. Çünkü bu bölümün vurguladığı sonuna kadar dayanma durumu, bir kişinin kendi başına üstesinden geleceği bir durum değil, birbirimizle ilerleyerek, birbirimizi güçlendirerek, ayağa kaldırarak, Rab’bin lütfuyla üstesinden gelebileceğimiz bir durumdur. Zaman yakındır, Rab’bin gelişi dün olduğundan çok daha yakındır bugün. Dünyada son yüz yılda olan olaylara, içinde bulunduğumuz bu son 2 yılda olan olaylara bir bakın. Yüzyıllardır doğum sancıları başlamıştır bile. Ama Tanrı, halkı için bir amaç belirlemiştir. Burada ve tüm dünyada inananların oluşturduğu kilise, bu amaçları yerine getirmek için vardır. Bu harika birliktelik bizzat Tanrı tarafından tasarlanmıştır.
Matta 16:18’de Petrus’un büyük iman ikrarı sonrası ilk defa Kiliseden bahsedilmektedir. İsa Mesih, Kilisesini kuracağını burada söylemiştir. Demek ki geliş amacı kurtulanlar topluluğunu, kilisesini kurmaktır ve bu sırrı ilk defa orada açıklamaktadır. Kilise Rab’bin bedenidir, O’nun gelinidir. Büyük bir görev ve amaç için çağrılanların topluluğudur.
Bu nedenle ilk olarak bugün Kilisede var olmamızın nedenlerinden birinin Rab’bin amacına hizmet etmek olduğunu unutmadan Kiliseye katılmanın, topluluğa dahil olmanın ne demek olduğunun bir kez daha farkında olalım. Bakın Matta’nın genel olarak İsrail halkına seslenişi ve Tanrı’nın Egemenliğinden daha çok bahsetmesi çerçevesinde burada Kilisenin kurulmasıyla ilgili kısmı anlatması tesadüf değildir. Göksel egemenliğin içerisinde Kilisenin rolü büyüktür. Mesih gelene dek, O’nunla buluşuncaya kadar Kilisenin bu varlığı devam edecek ve bizlerin de sadakati ve birlikteliği o güne dek devam etmelidir.
İşte bu önemli olan durumdan dolayı ikinci olarak yukarıda İbraniler mektubunda 10:25’te gördüğümüz ayetler önemlidir. ‘‘Bazılarının alıştığı gibi, bir araya gelmekten vazgeçmeyelim; o günün yaklaştığını gördükçe birbirimizi daha da çok yüreklendirelim.’’
Tanrı’nın sözü bu konuda bize öneride bulunmuyor. Vazgeçenleri kötü bir örnek göstererek bize katılmamız gerektiğini söylüyor. Eğer İsa Mesih’i seviyorsak, O’nun buyruklarına uyan bir yaşam sürdüren kişiler, yani Hristiyanlarsak eğer, bu buyruğu yerine getirmek en önemli sorumluluklarımızdandır.
Çünkü İsa Mesih; Beni seven buyruklarımı yerine getirir dedi. Çarmıhını yüklenip ardından gitmeyen O’na layık değildir.
Üçüncü olarak, hangi kaynaktan beslenirsek ona dönüşürüz. Birçoğumuz için Kilise, Tanrı’nın sözünü detaylı olarak duyup düşündüğümüz, birlikte teşvik aldığımız, ruhsal olarak beslendiğimiz ve büyüdüğümüz tek yerdir. Hayatın yoğunluğu ve koşturmacası içerisinde Tanrı’ya gözlerimizi dikip odaklanabileceğimiz yegâne yer Kiliseyken, o günü de dışarıya ayırmayı alışkanlık haline getirdiğimiz takdirde, ruhsal olarak besleneceğimiz çok az zamanlar bulacağız ve iman yürüyüşümüzde kötü bir noktaya düşme tehlikesiyle yüz yüze kalabiliriz. Elbette Kutsal Kitabı kendi başımıza okuyup çalışırken teşvik alıp anlayabiliriz fakat Rab, Kilise Önderlerine, Vaizlere, sözü vaaz etme görevi vermişse eminim ki her birimizi besleyecek bir şey olduğunu bilerek verdi ve bunu böyle tasarladı. İbraniler 4:12 der ki; ‘‘Tanrı'nın sözü diri ve etkilidir, iki ağızlı kılıçtan daha keskindir. Canla ruhu, ilikle eklemleri birbirinden ayıracak kadar derinlere işler; yüreğin düşüncelerini, amaçlarını yargılar.’’ Bu güçlü söz birilerine verilen vaaz etme göreviyle hayatlarımıza dokunmakta ve bu ayette dediği gibi bizleri değiştirecek güçtedir.
Bunun öyle olmadığını düşünen biriyle ilgili bir hikâyeyi aktarmak istiyorum;
Kiliseye giden bir kişi bir gazetenin editörüne bir mektup yazdı ve her Pazar kiliseye gitmenin anlamsız olduğundan şikâyet etti. “30 yıldır gidiyorum” diye yazdı, “ve o zaman içinde 3.000 vaaz gibi bir şey duydum. Ama hayatım boyunca, onlardan tek bir tanesini hatırlayamıyorum. Bu yüzden zamanımı boşa harcadığımı düşünüyorum ve vaizler de vaaz vererek zamanlarını boşa harcıyorlar.”
Bu, editörü sevindiren “Editöre Mektuplar” sütununda bir tartışma başlattı. Birisi çok önemli bir şey yazana kadar tartışma haftalarca devam etti ve nihayetinde şöyle bir yazı geldi:
“30 yıldır evliyim. Bu süre içinde karım yaklaşık 32.000 yemek pişirdi. Ama hayatım boyunca, o yemeklerden bir tanesinin bile tüm menüsünü hatırlayamıyorum. Ama şunu biliyorum: Hepsi beni besledi ve işimi yapmak için ihtiyacım olan gücü verdi. Karım bana bu yemekleri vermemiş olsaydı, bugün fiziksel olarak ölmüş olurdum. Aynı şekilde, beslenmek için kiliseye gitmeseydim, bugün ruhen ölmüş olurdum!"
Tümünü hatırlamasak bile, duyduğumuz vaazlar ve birlikteliğimiz, günlük yürüyüşümüz, düşüncelerimiz ve davranışlarımızda büyük etki yapıyor ve bizi değiştirdiği kesindir. Kutsal Ruh’un armağanlarının bizlere verilmesinin nedeni Kilisenin gelişmesidir. Her birimiz, aldığımız armağanları Kilise gelişsin diye aldık. Bakın Romalılar 12:4-8 diyor ki; Bir bedende ayrı ayrı işlevleri olan çok sayıda üyemiz olduğu gibi, çok sayıda olan bizler de Mesih'te tek bir bedeniz ve birbirimizin üyeleriyiz. Tanrı'nın bize bağışladığı lütfa göre, ayrı ayrı ruhsal armağanlarımız vardır. Birinin armağanı peygamberlikse, imanı oranında peygamberlik etsin. Hizmetse, hizmet etsin. Öğretmekse, öğretsin. Öğüt veren, öğütte bulunsun. Bağışta bulunan, bunu cömertçe yapsın. Yöneten, gayretle yönetsin. Merhamet eden, bunu güler yüzle yapsın.
Kiliseden uzak durmamız, parçası olduğumuz bedenden, Mesih’in bedeninden uzak durmamız anlamına geliyor. Bu durum kişisel kararlarımızı ya da duygusal olarak ne düşündüğümüzü çok çok aşan bir durumdur. Çünkü daha görkemli büyük bir planın, Tanrı’nın görkemli planının bir parçası olduğumuz gerçeği vardır. Bu bilinçle bir araya gelmekten vazgeçmeyelim. Galatyalılar 6:2’nin dediği gibi Birbirinizin yükünü taşıyın, böylece Mesih'in Yasası'nı yerine getirirsiniz.
Bu armağanları kullanarak, birbirimizin yükünü taşıyıp Mesih’in yasasını yerine getirerek;
Birbirimizi sevmeye, birbirimizi teselli etmeye, birbirimizi bağışlamaya, birbirimiz için dua etmeye ve birbirimizle paydaşlık içerisinde olmaya çağrıldık. Tüm bunlar Kutsal Kitabın bize buyurduğu şeylerdir ve birlikte olduğumuz takdirde yerine getirebileceğimiz buyruklardır. Tek başımızayken bu buyrukları yerine getiremeyiz. İnternette vaaz izleyerek, online bir şekilde bir şeyler paylaşmaya çalışarak bunları tam olarak yapamayız. Bir eksiklik kalır mutlaka… Ayrıca Özdeyişler 27:17 der ki; Demir demiri biler, İnsan da insanı...
Bununla birlikte tek başımıza yapamayacağımızın en büyük kanıtı da Mesih’in beden alıp aramıza gelmesidir. Tanrı, beden alıp aramızda yaşadı, insanlarla ilişki kurdu, onların hayatlarına dokundu, onlarla beraber zaman geçirdi ve Kilisenin ne olduğunu kendisi bu şekilde öğretti.
Bu kadar ayetin dışında daha vurgulayacak çok ayet, çalışacak çok bölüm var ama son olarak şunu söylemek istiyorum, Rab’bin sofrasından almak için Kiliseye gelmemiz şarttır. Çünkü Mesih, bu sofrayı kilisesine bıraktı ve bir araya gelip bu sofra aracılığıyla O’nu anmamızı istedi.
Ey kardeşler, hiçbirinizde diri Tanrı'yı terk eden kötü, imansız bir yüreğin bulunmamasına dikkat edin. ‹‹Gün bugündür›› denildikçe birbirinizi her gün yüreklendirin. Öyle ki, hiçbirinizin yüreği günahın aldatıcılığıyla nasırlaşmasın.
Çünkü Mesih'e ortak olduk. Yalnız başlangıçtaki güvenimizi gevşemeden sonuna dek sürdürmeliyiz. Yukarıda belirtildiği gibi, ‹‹Bugün O'nun sesini duyarsanız, Atalarınızın başkaldırdığı günkü gibi Yüreklerinizi nasırlaştırmayın.›› (İbraniler 3:12-15)
Özgür ULUDAĞ
Comments